Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin başkanı olduğu Türkiye Felsefe Kurumu 50. yılını kutluyor
“Felsefe üniversitelerin dört duvarı dışına çıktı. Ama insanlarımızın çoğu, onlara sunulanlar arasındaki düzey farkını göremiyor. Hepsine aynı ilgiyi gösteriyor. ”
Felsefeyi üniversitelerin dışına çıkarmak amacıyla kurulan Türkiye Felsefe Kurumu 50. yaşını kutluyor. Kurum başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile kurumun tarihçesini, çalışmalarını, felsefenin hayatımızdaki yerini konuştuk.
- Türkiye Felsefe Kurumu ne zaman, kimler tarafından ve ne amaçla kuruldu?
Felsefe Kurumu’nu 1974 yılında kurduk. Kurma düşüncesi 1973’te Varna’da toplanan 15. Dünya Felsefe Kongresi’nde oluştu. Uzun geniş mekânda, dünyanın birçok ülkesinin felsefe kuruluşları bir desk kurmuş, hem o ülkeden gelenlere bazı konularda yardımcı oluyor, hem de kendi ülkesindeki bazı çalışmaları tanıtıyordu. Ama Türkiye yoktu. İşte orada karar verdim. Türkiye’ye dönünce de bazı hocalarımızla konuştum. Böylece Suat Sinanoğlu ve Nusret Hızır ile ve o zaman genç olan üç arkadaşımla; Füsun Akatlı, Oruç Aruoba ve Zeynep Aruoba’yla 1974’te Ankara’da Felsefe Kurumu’nu kurduk ve çalışmaya başladık. En temel amacımız, felsefeyi üniversitelerin dışına da çıkarmaktı.
- Amaçlarınıza ulaştınız mı?
Amaçlarımızın bazılarına ulaştık, bazılarına yaklaştık, bazılarında epey yol aldık. Ama ülkemizde olan bitenlere bakarsak örneğin bazı insanların rastgele, tanımadıkları insanları öldürmelerine bakarsak ve dünyada olan bitenlere bakarsak öldürme yarışlarına bakarsak, alınması gereken daha epey yol var. Unutmamak gerekir ki bir sorunu halletmek yetmiyor. Birini hallediyorsunuz ama yenileri çıkıyor. Bunun için uyanık gözlerle olan bitenlere bakarak problemi görmek gerekli araştırmayı yapmak ve ona göre, en başta eğitimde olmak üzere, o konuda gerekli önlemleri almak gerekir.
- Kurumun birimleri hakkında bilgi verir misiniz? Örneğin çocuklar için “Felsefe Birimi” neler yapıyor?
Kurumumuzun düzenli ve verimli çalışmalar yapan iki birimi var: Çocuklar için Felsefe Birimi en eskisidir. Bu Birimimiz, 1993 yılından beri bir de Türkiye Felsefe Olimpiyatları’nı düzenliyor ve ilk 10’a girenlerden yabancı dil bilen iki öğrencimizin Uluslararası Felsefe Olimpiyatı’na katılmasını sağlıyor. Doğru dürüst çalışan ikinci birimimiz de Hukuk Felsefesi Birimidir. Yaklaşık 10 yıldan beri, hukuk ve felsefe öğrencileri için “Hukuku İnsan Haklarıyla Gerekçelendirmek” başlığıyla bir kurs düzenliyor.
- Kuruluştan bu yana geçen 50 yılda Türkiye’de felsefe ne durumda?
Felsefe üniversitelerin dört duvarı dışına çıktı. Ama insanlarımızın çoğu, onlara sunulanlar arasındaki düzey farkını göremiyor. Hepsine aynı ilgiyi gösteriyor. Ama bunu da göz önünde bulundurarak çalışmalar yaptığınız takdirde felsefeye ilgi duyan insanlarımızın, zamanla bunu da yapabileceklerini düşünüyorum. Nietzsche’nin şu sözü önemli bir olguya parmak basıyor: “Her neye ki bir insan kendi yaşantılarıyla ulaşamıyor, buna kulakları da kapalıdır.” Bunu da göz önünde bulundurarak çalışmalar yapmamız yararlı olur.
DÜNYAYA ÇAĞRI
- Kasım 1994’te yayımlanan ilk bültende felsefe için çağrı yapılıyor ve “Felsefeye gereksinimimiz var” deniliyor. Felsefi düşünceye neden gereksinimimiz var?
Sözünü ettiğiniz bu “çağrı”, İtalyan Felsefe Araştırmaları Enstitüsü, İtalyan Ansiklopedisi Enstitüsü ve İtalyan televizyonu RAI Eğitim Bölümü’nün, dünyanın bütün medya ve hükümetlerine yaptığı bir çağrıdır. Ne var ki geçen 30 yılda, dünyamızda bu konuda bir gerileme var. Kuruluşunun ilk 30-40 yılında Birleşmiş Milletlerin ana motto’larından olan “silahsızlanma ve barış”ın yerini yine silahlanma yarışı aldı. Bunun önemli teorik bir nedeni, çoğunluğu egoist olan insanların yaşadığı bir dünyada, uluslararası insan hakları belgelerinde insan haklarının edilgen şekilde dile getirilmesidir: “Hiç kimse işkenceye uğramayacak/uğramamalı” deniliyor. Ama bu aslında “Hiç kimse işkence yapmayacak/yapmamalı” demektir. İnsan haklarının eğitiminde hâlâ en büyük eksiğimiz, insan haklarını yalnızca hukuk olarak görmektir. Oysa insan hakları etik ilkelerdir. Türkiye olarak da dünya olarak da, bu noktaya henüz gelmedik. İşte felsefe bunun için de gerekli. Yani ilk önce insan haklarının etik eğitimini yapacak öğretmenlere ihtiyaç var. Hukuk bunun arkasından gelmeli.
- Bir başka bültende “Yüzyılımızın en değerli başarısı insan hakları fikrinin yaygınlaştırılması, doğal ya da rastlantısal özellikleri ne olursa olsun insanların insan onuru korunacak şekilde muamele görmeleri ve başkalarına böyle muamele etmeleri gerektiği düşüncesinin ön plana getirilmesi olsa gerek” diyorsunuz. Türkiye’de bu alandaki eksiklikler, yapılması gerekenler nedir sizce?
Türkiye’de son 25-30 yılda insan haklarıyla ilgili kayda değer bazı çalışmalar yapıldı.Teorik alanda en başta yapılması gereken, hukuk normlarının türetilmesinde insan haklarının bir öncül olarak nasıl kullanılabileceğini gösteren çalışmalar yapmak, üniversitelerde bunun nasıl yapılabileceğini de gösteren insan hakları doktora programları açmaktır. Merkezinde felsefe ve etik olan böyle bir disiplinlerarası programa başvurumuzu YÖK, gerekçe göstermeden reddetti. İnsan hakları eğitiminde önemli bir nokta, bu eğitimi insan olma bilincini uyandıracak şekilde ve bilgisel temelleriyle birlikte yapmaktır.
YENİ BİR MEKÂN İÇİN DESTEĞE İHTİYACIMIZ VAR
- Kurumun 2024 projelerini anlatır mısınız?
Kurumun 50. yılını kutlamak için ekim ayının başında yapmayı planladığımız ikinci uluslararası toplantı da 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyamızın bulunduğu “yere” nasıl geldiğini ana çizgileriyle ortaya koymayı ve geleceğe bakmayı amaçlıyor.
Ancak 50. yılımızda yapmak istediğimiz, düşünceyle ilgisi olmayan bir şey de var: Türkiye Felsefe Kurumu’nu daha geniş boyutlu çalışmalarını gerçekleştirebilecek, şimdikinden daha geniş bir mekân, bir bina sahibi yapmak. Yeni edindiğimiz kitapları koyacak yer kalmadığı gibi düzenleyebileceğimiz bazı eğitim çalışmalarını gerçekleştirmek için daha geniş bir yere, böyle bir yer edinmek için de desteğe ihtiyacımız vardır. Arkadaşlarıma söylediğim gibi ben ölmeden bu gerçekleşebilirse çok, çok, çok iyi olur.