Geçen haftaki yazımda Fransa’da yaptığımız görüşmeler çerçevesinde Türkiye-AB ilişkileri ve Avrupa Konseyi ile ilgili son tabloyu paylaşmıştım. Bu hafta ise Paris’in Türkiye ile ilişkilere ve bölgesel konulara bakışını özetlemeye çalışacağım.
Malûm, Fransa-Türkiye ilişkileri zaman zaman inişli-çıkışlı oldu. İlişkinin “iniş” tarafında liderler arasındaki diyaloğun mahiyetinin etkili olduğunu söylemek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 40 yıllık siyaset ve 22 yıllık iktidar birikimiyle kendisini farklı bir yere konumlandırıyor. Erdoğan bunu sadece 10 yıllık bir siyasi geçmişi olan Emmanuel Macron’a hatırlatmayı da seviyor. Bu hatırlatmaların Macron’u rahatsız ettiği ise ortada.
Neyse ki, birkaç yıl önceki sert söylemler bir süredir yok, nispeten sakin bir dönemden geçiliyor. Ama ilişkilerdeki yumuşama veya sükûnet henüz karşılıklı ziyaretler aşamasına da gelemedi. Bir süredir Macron’un Türkiye’ye gelebileceğine dair bir beklenti vardı aslında; ama Paris’te edindiğim izlenim doğruysa, yakın tarihte liderler düzeyinde bir ziyaret görünmüyor. Belki Dışişleri Bakanları düzeyinde bir ziyaret olabilir.
Bu arada Fransızların Türk tarafına bir sitemi de var: “İlişkilerde diyaloğu başlatan tarafın genellikle kendileri olduğunu” söylüyorlar. Ayrıca Türkiye ile sadece ikili ilişkiler zemininde değil, Ukrayna veya İsrail-Filistin (Hamas) savaşı gibi konularda da temasın devam etmesine önem veriyorlar.
Bozulan denge
Ukrayna savaşının Avrupa’daki ülkelerin ‘dengesini’ bozduğu açık. Rusya’nın kazanma ihtimali uykularını kaçırıyor. Ortak hedef Ukrayna’yı yalnız bırakmamak ve Rusya’nın yenilmesi olsa da Kiev’e verilen desteğin miktarı/ölçüsü/ kapsamı ilgili fikir ayrılıkları saklanamaz boyutlarda.
Bazı ülkeler ‘yeterli desteğin verildiğini’ düşünürken, bazıları ‘bu kadarı yetmez, daha fazlası yapılmalı’ görüşünü savunuyor. Fransa, ikinci görüşü destekliyor. Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın duvarlarında Ukrayna sahasında çekilmiş fotoğrafların olması bile bu meseleye verilen önemin bir göstergesi. Fransızlar “Ukrayna’da olup bitenler Avrupa’nın geleceğini belirleyecek. Rusya’nın zaferi Avrupa’ya çok ağır bedel ödetir, bu yüzden desteğe aynı tempoda devam edemeyiz, daha fazlası yapılması gerekir” diyor. Macron’un “Ukrayna’ya asker gönderilmesi” gibi aşırı çıkışları, biraz da bu ‘paniğin’ tezahürü olarak görülebilir. Edindiğim izlenim, Macron’un AB’ye dönük eleştirilerine, “Bu birlik bitti, tükendi” gibi bakılabileceği gibi, “AB artık silkinmeli ve ABD tahakkümünden kurtulmalı, bir dış politik güç olmalı” şeklinde de bakılabilir. Anladığım o ki, Fransızlar meseleye daha çok böyle bakıyor.
Ekonomi freni
Türkiye-Fransa ekonomik ilişkilerine gelince… Özellikle yabancı yatırımcının gelişi Türk ekonomisinin gidişatına bağlı. Halihazırda otomotiv, otomotiv yan sanayi, perakende sektörlerindeki dev markalar başta olmak üzere bin 658 firma ile Türkiye’de faaliyet gösteriyor. Fransız şirketlerinin toplam yatırımı 8 milyar dolar seviyesinde. (Türk şirketlerinin Fransa yatırımları da iki milyar dolar)
Ancak Fransız yatırımcılar son birkaç yıldır Türk ekonomisinde yaşanan iniş-çıkışlar yüzünden Türkiye’ye yatırımda frene basmış durumda. Bugün itibariyle tablo şu: Fransız şirketler, yeni bir makroekonomik programa dönüldüğünü görmekten memnun. Merkez Bankası’nın iyi sinyaller verdiğini düşünüyor. Aylar önce görülen zorlukların en azından kontrol altına alındığı fikri hâkim. Enflasyonla mücadele için ciddi bir niyet olduğu hissiyatına sahipler. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e de çok büyük bir güven var. Ama yine de öyle görünüyor ki, bastıkları frenden ayaklarını kaldırıp, gaz pedalına geçmeleri için biraz daha zamana ihtiyaç var.